Sizler daha evvel okudunuz mu bu mektubu? Okumayanlar için, aktarmaya çalışayım şimdi. Okuduğumda, yalan yok gözlerim ayrı bir doldu. Zaten, duygusalımdır, konu Kıbrıs olunca, daha bir sulu gözlü olu

 

 

 

Barış harekatı üzerine, öyle çok yaşanmışlık dinledim ki, harekata katılmış yakınlarımdan, nedeni belki de bu Kıbrıs denildiğinde yaşayıverdiğim sulu gözlülüğün.

”Ben Mehmet, ben Mardinli, Magosalı, Vanlı, Lefkeli” diye geliyordu ilk cümle..,

Adından da; “Urfalı, Balıkesirli, Taşkentli Mehmet!...” vurgusu…

Söyler iken dahi, insanın içi ayrı bir kıpır kıpır olur, szü edilen VATAN olunca.

Böylesi güzel bir kıpırtı yaşatacak o cümle geliyordu;

“Ben, vatanım diyeceğiniz bir toprağınız, Gönderinde, nazlı nazlı dalgalanan bir bayrağınız,

Gurur duyacağınız bir devletiniz olsun diye, Tatlı canımdan geçtim,  Göz kırpmadan şehitlik şerbeti içtim…”

Düşünün hele, ne kutsa bir amaç uğruna veriliyor bir can. Kim istemez ki, VATAN için can vermeyi diyeceğim ben de şimdi? 

Kısacası; Sözüm, istemeyenlere değil dercesine idi adeta bu mektuptaki cümleler…

Her bir satırında, ayrı bir alam vardı ayrıca.

“Ben Antepli, Baflı, Diyarbakırlı, Artvinli, Ben Erzurumlu, Murat Ağalı, Edirneli, Mehmet...” vurgusu ile, devamı geliyordu anlamlı haykırışın.

“Ben, alın terinizin, emeğinizin helal ekmeğini, Şükürle yiyebileceğiniz bir işiniz, Çoluk çocuğunuzla ilgili güzel düşünüz olsun diye, Harama, yetim malına eliniz uzanmasın, Geleceğiniz ateşte yanmasın diye, Tatlı canımdan geçtim…” diye..

Şahadet şerbeti, gözü kırpılmadan içilen, ne yüce bir şerbettir VATAN uğruna.. Ve bu anlamda kuruluyordu, Cennetten gelen mektubun şu cümlesi san ki;

“Göz kırpmadan şehitlik şerbeti içtim…

Ben Lefkoşalı, Ankaralı, Aslan köylü,  Serdarlılı, Aydınlı, Yılmazköylü Mehmet!..

 

Benim mangal gibi bir yüreğim,  Bükülmez bir bileğim, Tanrıdan yüzlerce dileğim vardı...

Benim tarlam, tapanım,  Benim arabam, atım, Lüks binalarda katım, Denizlerde gezen yatım yoktu;

Ben, bunlar sizlerin olsun, Yaşamınıza onur, özgürlük, mutluluk dolsun diye  Tatlı canımdan geçtim,

Göz kırpmadan, şehitlik şerbeti içtim.”

Nasıl duygulanmaz ki şimdi insan? Hele ki, Şehitler coğrafyasının yaşayanı olunca…

“Ben Boğaziçili, Çorumlu, Hataylı, Nevşehirli,  Ben İzmirli, Küçüçkaymaklılı, Eskişehirli, Mehmet.

Benim de hayallerim vardı: Dağlar kadar yüce, denizler kadar engin,  Benim de, saçları kınalı kocamış anam, Sakalı ağarmış, nur yüzlü babam, Gözlerine bakmaya kıyamadığım,  Saçlarını okşamaya doyamadığım, Karnında büyüttüğü yavrumu göremediğim  Bir eşim, bir evdeşim vardı...” diyordu Mehmetler..

Ne hakları ödenir, ne de?...

Dahası yok aslında, ne kadar teşekkür edebiliriz ki biz Şahadet şerbetini gözü kapalı içen, ölümsüzlere..

Mektubun bir sonraki satırında; “Ben, sevdiklerinizle mutlu yaşayın diye Tatlı canımdan geçtim,  Göz kırpmadan şehitlik şerbeti içtim…” vurgusu yapılıyordu.. Gözlerim yine doldu, sanki o an yaşam durdu. Ne yalan söyleyeyim, tarifi imkansız şu anın.. 

Mehmetler sesleniyordu, “Ben Tekirdağlı, Muşlu, Muğlalı, Girneli, Kayserili, Erenköylü, Çanakkaleli Mehmet!..” diye..

Nasıl işitilmez ki bu haykırış? Bu denilenler çünkü hepimize..

“Ben günlerce, aylarca siperde, korunakta. Yataksız, yorgansız, kara toprakta Aç susuz, uykusuz nöbet tuttum,

Nerdeyim, hangi zamandayım, ben kimim, unuttum;

Elim tetikte, gözüm arpacıkta, Ölümün soğuk nefesi ensemde” şeklindeki ifadeler ne demeli şimdi?

“Hayallerim özgürlükten, bağımsızlıktan yana, Tatlı canımdan geçtim Göz kırpmadan şehitlik şerbeti içtim!..” diye haykıran, Cennetteki Şehit Mehmet, nasıl işitilmez ki şimdi?

“Ben Tarsuslu, Kastamonulu, Rizeli” diye işitiyordum bir diğer haykırışı..

Ve de şu denilenler akleniyordu işittiklerime;

“Ben, Amasyalı, Bolulu, Geçitkaleli Mehmet...

Ben de sizin gibi Horon severdim, bar, zeybek severdim,  Ben de sizin gibi şiir, roman, öykü severdim,

Ben de sizin gibi şarkı, en çok da türkü severdim. Ben, sizler keyifle horon, bar, zeybek oynayın;

Şiir, roman, öykü okumaya doymayın,  Şarkı, türkü sevin, dinleyin diye; Tatlı canımdan geçtim,

Göz kırpmadan şehitlik şerbeti içtim...”

Dahası da var haykırışların. Mektup, hayli uzun.

Aziz şehitlerimize Minnet burcunu nasıl öderiz bilemiyorum!?!... 

Mektup, denildiği gibi Cennetten gelmiş. Hasıl okumam ki..?

Nasıl işitmem ki şu denilenleri?

“Ben Mersinli, Tokatlı, Bursalı, Erzincanlı, Ağrılı, Kumsallı Mehmet!..

Ben, vatan toprağını belirleyen sınır taşınız, Alın terinizle kazanılmış ekmeğiniz, aşınız,

Başında Fâtihâ okunacak bir mezar taşınız, Şehitler için akan iki damla göz yaşınız olsun,

Başınız öne eğilmesin, Toroslar, Beşparmaklar kadar dik dursun diye Tatlı canımdan geçtim,

Göz kırpmadan şehitlik şerbeti içtim...”