.
“Canım ben bi’ sütlü kahve istiyorum ama badem ya da Hindistan cevizli olsun. Başka süt içemiyorum da…” Moda sizi her zaman kötü alışkanlıklara ya da yaşam kalitenizi olumsuz etkileyecek eğilimlere götürmeyebilir. Hatta son zamanlarda olduğu gibi en hassas noktanızdan, yani midenizden vurduğu da olur. Evet, sağlıklı beslenme trendlerinden bahsediyoruz. Zerdeçal gibi süper besinlerin yeni keşfedilen faydaları, veganlığın duyarlı yükselişi ve organik besinlerin az bulunmasıyla birlikte artan fiyatları; sağlıklı besin tüketenlere atfedilen yüksek statüleri de beraberinde getirdi. Çünkü günümüzde sağlıklı besin tüketen kişilerin hem bilgili hem de maddi durumu yüksek kişiler olduğu yönünde önlenemez bir algı gelişti. Tüm bunlara rağmen, ‘Canım ben orta pişmiş bir antrikot istiyorum’un out, tahıllı salatanın in olduğu bir dünyaya uyanmak elbette ki sürpriz oldu. Köydeki Ayşe Teyze’nin 40 yıllık organik sofrası, sosyal medyada like bombardımanına tutulurken; Remzi Amca’nın işe getirdiği 40 yıllık sefer tasıysa, ‘canım ben evden sağlıklı yemek getiriyorum’ cümlesindeki burjuvazist rüyaya dönüştü. Tüm bunları düşününce şunu söylemek mümkün ki, artık yeme-içme alışkanlıklarınız değil, onlar hakkında nasıl konuştuğunuz kimliğinizin kilit kısmını oluşturuyor. Nasıl mı? Yıllar önce şatafatlı bir makarna veya et yemeği yiyor olmak nasıl ki zenginliğinizin al yanaklı göstergesiyse, bugün avokado dilimleriyle süslediğiniz kahvaltınızdan bahsediyor olmak size sağlık dışında, sosyal ortamlarda hava atabileceğiniz bir özgüven de kazandırıyor. Tıpkı gerçek kürk giymenin, üst sınıfa ait bir alışkanlık olmasına rağmen günümüzde tabu olması; ancak aynı fiyatlara satılan vintage bir parçanın ‘yeni zengin’ statüsüyle taçlandırılması gibi. Kısacası neredeyse her alanda modanın altın kuralı: Duyarlı ve bilgi sahibi olmak. Artık seçtiğiniz kıyafetlerde de, yediğiniz yemeklerde de ne kadar yüce gönüllü ve bilgili olduğunuzu lanse ettiğiniz kadar varsınız. Yani elinizdeki paketli yiyeceğin içeriğini bilmiyorsanız, badem sütünün mucizelerinden hala haberdar değilseniz şimdi onu yavaşça yere bırakın…
Peki sağlıklı ve organik besinlere atfettiğimiz lüks kavramının temelindeki temel içgüdü ne olabilir? “Aidiyet” -“Aidiyet herkes için gerekli olan bir his. Hepimiz bunu bir yerlerde arıyor, bir yerlere, insanlara, mekanlara atfediyoruz. İçinde bulunduğumuz sosyo-kültürel çevrenin çoğunluğu ne yapıyor, nerede yiyor, nerede eğleniyor, ne tüketiyorsa bizler de bunları tercih etme eğiliminde oluyoruz. Yeme alışkanlıkları da bunun bir parçası. Örneğin çalıştığınız ofisin altına ‘temiz yeme’ felsefesini benimseyen bir restoran açıldığında ve iş arkadaşlarınız oraya gittiğinde, siz de oraya gitmeyi tercih ediyorsunuz. Dönemsel akım haline gelen şeylerin bir parçası olmak, dikkat çekici olduğundan bunu tercih eden kişi, olumlu geri dönüşler aldıkça kendini bununla tanımlamaya başlıyor. Kısacası moda haline gelen her şeyde olduğu gibi, sağlıklı beslenme konusunda da bir etiketleme, statü belirleyicisi olma halinden bahsedilebilir.” Elbette ki vegan olduğunuz veya daha sağlıklı olduğuna inandığınız için Hindistan cevizi sütü tercih ediyor olabilirsiniz. Ancak bunu yağlı süt içen ve beyaz ekmeğin ucundan koparıp karşınızda çıtır çıtır yiyen iş arkadaşınızın gözüne sokmaya gerçekten gerek var mı?
Gerçekten sağlıklı mı?
Beslenme düzeninizi bozduğunuzda, kendinizi değersiz hissediyor musunuz? İnsanları beslenme alışkanlıklarından dolayı yargılıyor musunuz? Beslenme düzeninizi bozma kaygısıyla, sosyal ortamlardan kaçtığınız oluyor mu? Yanıtınız evetse, sağlıklı yiyeceklerle olan tutkulu ilişkinizi gözden geçirmeniz gerekiyor. Neden derseniz, nasıl ki sağlıksız beslenmek çeşitli hastalıklara açık davetse, sağlıklı besinlere obsesif derecede bağlılık hastalığın ta kendisine işaret ediyor. “Günümüzde tükettiğimiz besinlerin sağlıklı olup olmadığı hemen herkesin düşündüğü, ürünleri alırken dikkat ettiği bir konuyken, ortoreksik bireylerde bunun abartılı bir tablosunu görmekteyiz. Ürünlerin satın alınma süreciyle başlayan, hazırlanması ve tüketilmesinde dahi ‘sağlıklı’ tanımına odaklanmak ve zihinlerindeki bu tanıma uymayan durumlarda kişinin kendini aç bırakmasına kadar giden yoğun bir tabloyu kastediyorum. ‘Dürüst yeme fiksasyonu’ olarak da adlandırılan bu durumda birey, sağlıklı olduğunu düşündüğü şeyleri alma ve tüketme yoluna gider. Bunun dışındaki hiçbir gıdayı tüketmez.
Ortoreksiya Nervoza görülen bireylerde marka, paketleme, ürün çeşidi, gıdaların üretim ve yetiştirilme yeri, pişirilme şekilleri gibi takıntılı oldukları birçok nokta vardır. Örneğin yeşil salata ve muzun sağlıklı olduğuna inanan ortoreksik bir birey bunun dışında hiçbir gıdayı tüketmez. Tüketmek zorunda kaldığı durumlardaysa, büyük bir kaygı ve öfke duyabilir.” Siz ne dersiniz, sağlıklı beslenmeye olan eğiliminiz sadece sıfır beden olmak için mi, story atmak için mi, yoksa içten gelen bir takıntıya mı dönüştü?
Aralarında devasa farklar var çünkü…