Korkmuyoruz…. Korkamayacağız da….
İstanbul’ da geçtiğimiz Cuma günü gerçekleşen, hainlik zinciri kurulan da diyebileceğimiz iki saldırı olmuştu. Biri Vatan’ da Emniyet’e, diğeri ise iktidar partinin il başkanlığına.
Bildiğim kadarı ile, isabet ettiğinde 20 bin Santigırat derece ısı veren o silah seçilmişti her iki saldırıda da.
Gerçek ismi "law silahı", hatta direk olarak "law" şeklinde de anılan bu silah, ABD yapımı oluşu ile de ayrıca dikkat edilecek bir detay. İngilizce adı; "light anti-tank weapon”
Peki ne bilmem bela bir silahtır bu Law; 66 milimetrelik bir kalibreye sahiptir.
Roket tipi olup hafif anti tank roketi olarak adlandırılır ve de güdümsüz bir silahtır. Silahın toplam uzunluğu 65 cm. olup, ateşleme esnasında uzatılarak 87,8 cm'lik bir uzunluğa ulaşır. Bu Silah, -40 derece ile +60 derece sıcaklıklar arasında saklanabilmektedir de ayna zamanda.
M72 LAW diye askeri ada sahip bu silah, ABD'de Talley Defense Systems tarafından tasarlanmış tek atımlık, taşınabilir, 66 mm' lik hafif tanksavar silahı olma özelliği ile de oldukça ün yapmıştır.
1983 yılında Amerikan firmaları tarafından üretimine son verilmiş, Norveç' te Nammo Raufoss AS ve Arizona'da aynı şirketin fabrikalarında üretimine devam edilmektedir.
LAW, Kore Savaşı'nda ABD piyadelerinin ana tanksavar silahı olan bazukanın yerini almışlığı ile de bilinmekte.
Gelelim Türkiye için Law’ a. TSK tarafından da kullanılmakta. Makina ve Kimya Endüstrisi Kurumu (MKE)tarafından Eşek Arısı adı verilmiş olan bir sürümü de ülkemizde üretilmekte.
Bu kadar bilgi arasında, Cuma gecesi yaşanılan hain girişimde kullanılan Law için, olası yorumları şimdi sizler yapın.
Benim belki de çok eleştirilecek yorumuma gelince; İktidar partide, duvara saplanarak kalmış haldeki Law ‘ın tek adımlık mühimmatına dikkat kesiliyorum.
Üretimine yönelik detaylar, saplı kovanın üzerinde var aslında.
‘korkmuyor ve korkmuyoruz’ dişe başlarken bu güne, bence çok da anlam taşıyan görseli şvyle bir inceleyelim diyorum.
Patlasaydı tam 20 bin santigırat derece ısı yayıp, bulunduğu bölgede adeta Yanardağ’ın püskürttüğü akkor halindeki ısının nedeni Law gibi tesiri olacaktı.
Ne var ki olmadı… Nasıl olsun ki? Öyle bir yere isabet etmişti ki hain ellerden sıkılan o Law’ ın 66. Mm’ lik mermisi, diyorum ki; ‘destur çekme de, ha di durma…’
Hatta diyebilirim ki, sıkıyorsa destur çekme…
80 milyonluk bir coğrafya için anlamı oldukça büyük bir destana çarpmıştı sözde ölüm mühimmatı.
‘Korkma’ diye başlayan 10 kıtalık İstiklal marşımızın şiirine….
Maarif Vekaleti, Türk Kurtuluş Savaşı'nın başlarında, İstiklâl Harbi'nin milli bir ruh içerisinde kazanılması imkanını sağlamak amacıyla, 1921'de bir güfte yarışması düzenlemişti hatırlayacağınız.
O yıllarda yarışmaya toplam 724 şiir katılmıştı malumunuz. Eser gönderenler arasında Kazım Karabekir’ den, Hüseyin Suat Yalçın’a, İsak Ferrara’ dan, Muhittin Baha Pars’a ve Kemalettin Kamu gibi, kendileri ile rastlanıldığında ön iliklenen zad’ lara…
İçlerinde olması gereken, lakin olmayan bir isim vardı ki; Bir devrin battığı yer Çanakkalem’ i de anlatan "Çanakkale Şehitleri" ve "Bülbül" gibi şiirlerin sahibi, Bayramiç’ li hemşehrimiz Mehmet Akif, katılmadı o yarışmaya.
"Milletin başarılarının para ile övülemeyeceğini" düşündüğü için yarışmaya katılmak istemediğini açıkça dile getiren bir isimdi Mehmet Akif… Öyle de yapmış ve katılmamıştı…
Sonrasını anlatmaya gerek olmadığını düşünerek, karşılığı Para ile değil, Vatan’a sevginin bir eşsiz örneği olan ve de Türk Ordusu’ na hitap edilen İstiklal marşı yazılıyordu küçük dar bir odada.
Akif’ in, Ankara'daki Taceddin Dergahı'ndaki odasında…
Türk Ordusuna hitap ettiği şiiri kaleme alıyor ve Milli Eğitim bakanlığına teslim ediyor.
10 Kıtalık Şiirde, Kurtuluş Savaşı'nın kazanılacağına olan inancını, Türk askerinin yürekliliğini, özverisine güvenini, Türk ulusunun bağımsızlığa, Hakk' a, yurduna ve dinine bağlılığını dile getiriyordu Akif…
Bakan Hamdullah Suphi Bey, Akif'in şiirinin önce cephede asker arasında okunmasına karar veriyor, Batı Cephesi Komutanlığına gönderilen şiir, askerin beğenisini kazanıyordu.
İstiklal Marşı, 17 şubat 1921 tarihinde, Hakimiyet-i Milliye ve Sebilürreşad gazetelerinde yayınlanıyordu. On iki gün sonra da, Konya'da Öğüt gazetesinde yer alıyordu 10 kıta...
Ön elemeyi geçen 7 şiir 12 Mart 1921' de, Gazi Mustafa Kemal' in başkanlığını yaptığı meclis oturumunda tartışmaya açılıyordu. Mehmet Akif'in şiiri meclis kürsüsünde Hamdullah Suphi Bey tarafından okunuyor, Şiir okunduğunda milletvekilleri büyük bir heyecana kapılıp ayağa kalkıyor ve alkış tufanı kopuyordu.
Mehmet Akif, kazandığı beş yüz liralık ödül ise, kendi isteği üzerine yoksul kadın ve çocuklarına iş öğreterek yoksulluklarına son vermek için kurulan "Darülmesai"'ye bağışlanıyordu.
Ne mucize bir şiirdi ki İstiklal marşı, ön gördüğü gibi Kurtuluş savaşı da kazanılıyordu.
Bir Milletin, düşünülebilecek tüm hain girişimlere karşı Nasıl bir destan yazıp, sonrasında da her daim yazmaya muktedir
olduğunu anlatmakla kalmadı yine İstiklal Marşı.
Tüm hali, 10 kıta yazılı olduğu kağıt üzerini koruyan cam parçası da neymiş ki?
İçinde barındırdığı dizilerinde, Türk’ ün gücünü, Vatan, Millet, Ezan aşkını anlatan sözlerine uzanan 20 bin dereceye varan sıcaklık saçacak mühimmatı püskürttü İstiklal marşım…
Var mıdır ki, dünya üzerinde bir örneği daha….? ‘Korkma’ dememiş boşa Akif’im..
Bir kutsal dua anlamı da taşıyan Marşımızın şiirine yönelen o Law, bir ilahi güç’ e değil, Türk’ün kalbinde var olan ruha çarptı vesselam.
Bunun adına bir mucize de denilebilir lakin, Çanakkale Ruhu zaten mucizenin adı değil mi?
Görüyor ki cümle alem; “Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak; Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak. O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak; O benimdir, o benim milletimindir ancak” dörtlüğüne doğru yol alırken Law,
“Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal! Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celal?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal... Hakkıdır, hakk' a tapan, milletimin istiklal!” diye haykırılan kesimde, ateş kaynağı donup kalakalıyor…
‘Bunun bilimsel bir izahı ile gelinecek açıklamalara, kafa yormaya gerek yok kardeşim’ diyerek, bir de ekliyorum; ‘buyurun, sizler yapın yorumlarınızı…’