Günaydın yepyeni bir günden hepinize…
Haftayı bitirdik mi bitirdik gerçekten…
Nasıl geçiyor günler öyle, çabuk çabuk…
Bugün Şefkat ve merhamet duygularınız da fazlasıyla sorgulayabilirsiniz isterseniz. Dün hatta sosyal medyada çok güzel bir yazı okudum.
Beni öyle derinden etkiledi ki; Şöyle yazmış
“Bir insan ömrünce sadece şefkate tapıp sonsuz şefkat sunup nasıl en çok ondan mahrum kalır. Neden hep hoyratlıkla sınanır. Bütün gür nehirlerini sonsuz sunup, nasıl susuz kalır.
Ve ona neden su vermezler?
Açsın,
Rahatlasın,
Nefes alsın,
Ağlasın göğsünde ve sen sorma neden ağlamış?
Çok mu yorulmuş, çok mu istemiş, hep neyi bulamamış?
Her zaman neden sonsuz kaybetmiş.
Kazanmamak için girdiği yarışlardan bile neden men edilmiş…”
Bu twitter da (kumru) rumuzlu bir hanımefendi yazmış.
Gerçekten o kadar doğru ve gerçek bir tespit ki.
İnsanlar neden birbirlerini şifalandırmak yerine yaralamayı seçer. Hayatta en önemsediğimiz ve etrafımıza en çok sunduğumuz şeyler gerçekten nasıl oluyor da bizden uzak oluyor?
Gelelim Günün Tavsiyeli hikayesine;
Anne rahmine düşen ikiz kardeşler önceleri her şeyden habersizmiş. Haftalar birbirini izledikçe onlar da gelişmişler. Elleri, ayakları, iç organları oluşmaya başlamış. Bu arada, etraflarında olup biteni fark etmeye başlamışlar. Bulundukları rahat, güvenli yeri tanıdıkça mutlulukları artmış. Birbirlerine hep aynı şeyi söylüyorlarmış: - “Anne rahmine düşmemiz, burada yaşamamız ne harika değil mi? Hayat ne güzel şey be kardeşim!” Büyüdükçe, içinde yaşadıkları dünyayı keşfe koyulmuşlar. Öyle ya, hayatın kaynağı neymiş? İşte bunu araştırırken, karşılarına anneleriyle onları birbirine bağlayan kordon çıkmış. Bu kordon sayesinde, hiçbir zahmet çekmeden, güven içinde beslenip büyütüldüklerini tespit etmişler.
“Annemizin şefkati ne kadar büyük! Bize bu kordonla ihtiyacımız olan her şeyi gönderiyor.” Artık aylar birbiri ardınca geçiyor, ikizler hızla büyüyor, diğer bir deyişle 'yolun sonu'na yaklaşıyorlarmış. Bu değişiklikleri hayretle gözlemlerken, bir gün gelip bu güzelim dünyayı terk edeceklerinin işaretlerini almaya başlamışlar. Dokuzuncu aya yaklaştıklarında, bu işaretleri daha kuvvetli hissetmeye başlamışlar. Durumdan telaşlanan ikizlerden birisi diğerine sormuş:
- “Neler oluyor? Bütün bunların anlamı nedir?”
Öteki daha sakin ve aklı başındaymış. Üstelik, bulundukları bu dünya çoğu zaman ona yetmiyor; duyguları daha geniş bir âlemi arzuluyormuş. O cevap vermiş:
“Bütün bunlar, bu dünyada daha fazla kalamayacağız anlamına geliyor. Buradaki hayatımızın sonuna yaklaşıyoruz.”
- “Ama ben gitmek istemiyorum” diye haykırmış kardeşi. “Hep burada kalmak istiyorum.” - “Elimizden gelen bir şey yok. Hem, belki doğumdan sonra hayat vardır.”
- “Bize hayat sağlayan kordon kesildikten sonra bu nasıl mümkün olabilir ki?” diye cevaplamış öteki.
- “Bize hayat veren kordon kesilirse nasıl hayatta kalabiliriz, söyler misin bana?
Hem, bak bizden önce başkaları da buraya gelmiş ve sonra da gitmişler. Hiçbirisi geri gelmemiş ki bize doğumdan sonra hayat olduğunu söylesin. Hayır, bu her şeyin sonu olacak.” Bütün bunları söyledikten sonra eklemiş:
“Hem, belki de anne diye bir şey de yok!”
- “Olmak zorunda” diye itiraz etmiş kardeşi.
- “Buraya başka türlü nasıl gelmiş olabiliriz, nasıl hayatta kalabiliriz ki?”
- “Sen hiç anneni gördün mü?” diye üstelemiş öteki.
-“O belki de sadece zihinlerimizde var. Bir annemiz olduğu düşüncesi bizi rahatlattığı için onu belki de biz uydurduk.” Böylece, anne rahmindeki son günleri derin sorgulamalar ve tartışmalarla geçmiş. Sonunda doğum anı gelmiş çatmış. İkizler dünyalarını terk ettiklerinde gözlerini başka bir dünyaya açmışlar ve sevinçten ağlamaya başlamışlar.
Çünkü gördükleri manzara hayallerinin bile ötesindeymiş.
Anthony de Mello
Dememiz o ki; Başımıza her gelen olay ve sancılı her durum belki bize yeni bir dünyanın kapısını açıyor olabilir. Yaşadıklarınız sizi üzmesin ve endişelendirmesin. Yaşamın ne getireceğini bilmeden ama yaşama güvenerek yaşamayı öğrenmeliyiz. Var olduğunuz yaşam biçiminizde gerçekten vaktiniz ve zamanınız halen varken yapmak istediklerinizi veya söylemek istediklerinizi içinize gömerek yaşamayın. Hayatınızın her akışı değişebilir.
Anneler egosuzdur.
Koşulsuz sever.
Sonuç ne olursa olsun iyi ya da kötü anneler eleştirmez.
Acıtmaz.
Sizin en ince zaafınızı bildiği halde sizi oradan vurmaz.
Nezaketlidirler ve içinde şefkat barındırırlar.
Çünkü vurdukları yerden vurulurlar.
Bu yüzden sanırım hayatımızdaki insanları gereksiz “anneci” diye suçlarız.
Yahu seni bu kadar koşulsuz seven kişiye nasıl düşmeyeceksin.
“Anneciyse” adın annecidir. Daha güzel bir lakap var mı?
Seni her türlü yönüyle dinleyen ve anlayan biri ne kadar önemli.
Ne kaşı ne gözü ne dini ne ırkı o an için bir soluk bir ses ne önemli bunu fark ettim.
Bunun ucu paylaşmaya gidiyor.
Aslında doğamız da bakıldığında her şey paylaşmak üzerine kurulmuş.
İçimizde bir şey üretiyoruz.
O “bir şey” sevgi! O sevginin alt katmanlarında paylaşmak var.
SEVGİDİLİ NEDİR?
Sevgi dili kavramının iyice anlaşılabilmesi için, “dil” in sözlükteki karşılığı bize ipucu sunabilir. Türk Dil Kurumu’nun sözlüğünde “dil “in konumuzla ilgili anlamları şöyle:
İnsanların düşündüklerini ve duyduklarını bildirmek için kelimelerle veya işaretlerle yaptıkları anlaşma, lisan, zeban. Düşünce ve duyguları bildirmeye yarayan herhangi bir anlatım aracı… Bir de isterseniz sevginin ne anlama geldiğine bakalım.
Sevgi, “İnsanı bir şeye veya bir kimseye karşı yakın ilgi ve bağlılık göstermeye yönelten duygu.” olarak tanımlanmaktadır sözlükte
Sevgi dili nedir?
“Sevgi” ve “dil” kelimelerinin yukarıda ifade edilen anlamlarından hareketle sevgi dilini şöyle tanımlayabiliriz: Yakın ilgi ve bağlılık gösterdiğimiz kimseye karşı duygu ve düşüncelerimizi ilettiğimiz ve ondan gelen duygu ve düşünceleri algıladığımız herhangi bir yol.
Çünkü dil, sadece bizdekini karşı tarafa gönderme yolu değil, karşıdan geleni de anlama yoludur.
Hepimiz doğduğumuz andan itibaren bir şeyler yaşıyoruz. Diğer insanlarla iletişim kuruyoruz, seviyoruz, seviliyoruz, nefret ediyoruz, kırılıyoruz, bağlanıyoruz, kopuyoruz vb. Hepimiz farklı hayat hikayelerine sahip olduğumuz için, hepimizin hassasiyet geliştirdiği noktalar farklı oluyor. Kimimiz sevgi diye onaylanmayı öğreniyor, kimimiz sırtı sıvazlandığında sevildiğini hissediyor. Kimimiz gözümüze bakarak bizimle konuşulduğunda sevilmiş hissediyor kendini, kimimiz güzel bir sürprizle karşılaştığında. Özetle sevgiye dair yaşadıklarımız kişisel sevgi dilinin oluşumunda rol oynuyor.
Mutlu günler dilerim…
İyi haftasonları.