İnsanların yaratılışlarındaki sevme-sevilme, takdir etme-edilme güzelliğinin sınırı olmaz, bu da yerinde yapılmazsa, şımartıcı olur ki,...

 

İnsanların yaratılışlarındaki sevme-sevilme, takdir etme-edilme güzelliğinin sınırı olmaz, bu da yerinde yapılmazsa, şımartıcı olur ki, bu  ALLI-KIŞ-LAR bir zaman sonra, insanı KIŞ-A götürür, ne bahara ne yaza !.. ALL yerinde sayar, hava kararmaya başlar, bu KIŞ-LI ALL yolunda el-etek öpme biter…

 Güçlü olduğunu zannedenler, Teoman Alpay’ın “gökyüzünde yalnız gezen yıldızlar” şarkısıyla başbaşa  kalır…”Yalnızlık” kaliteli olunca, dert değil ya kalitesiz olunca…

 Alkışlar şımartıcı ve karartıcı mıdır, neden?

Ortadoğu’da hangi ülkelerde ne kadar etkili bilmem, ama ülkemizde -KKTC’de ilkeleştirildiğini ve ustalıkla kullanıldığını, çok mu çok etkili olduğunu görmek mümkün…

 Gençlerin ağzıyla, “gaz vermek, gazını almak argo deyimler de olsa, burada önemli olan “gazı yememek, gaza gelmemektir

 alkış

1. isim Bir şeyin beğenildiğini, onaylandığını anlatmak için iki eli ses çıkaracak şekilde birbirine vurma hareketi: 2. isim, eskimiş  dua, kargış (beddua) karşıtı.3. isim, mecaz Beğenme, takdir etme. 4. isim, tarih Padişah, sadrazam ve vezirlere bayramlarda, bazı törenlerde yüksek sesle yapılan dua.

alkış ağası isim, tarih Padişahı alkışlamakla görevli kimse; alkışçı.

Amigo isim, (ami'go), İspanyolca amigo Çoğunlukla spor yarışmalarında seyircileri coşturan kimse.” (TDK)

 Alkış kelimesi Eski Türkçedeki "övmek, kutsamak, dua" gibi anlamlara gelen alka- fiilinin +Iş isim fiil ekini almasıyla türemiştir (bu fiilin durumunu Türk Dili üzerinde çalışan arkadaşlarımıza bırakıyorum)… Türk-İslâm tarihinde, devlet büyüklerine karşı törenlerde söylenen övgü, şükür ve iyi dilek sözlerine de alkış adı verilmiştir. (https://tr.wikipedia.org/wiki/Alk%C4%B1%C5%9F#:)

 Bu arada şunu hatırlatalım; bizlerin “övmek, övülmek, övünmek, övdürülmek, övgü” gibi fiilleri yerinde kullandığımız kanaatini taşımıyorum,

 Alkış, ne zaman nerede, ne şekilde yapılır, yapılmalıdır…?!

 Takdir etmek, onaylamak, sizi kutluyorum, sizin yanınızdayım, anlamını verir; olgun-samimi, beklentisi olmayanların bir davranış biçimidir…

 Sağlığında alkışlamayı beceremediğimiz yazar-çizer, sanatçı- akademisyen, siyasetçi kişilerimizin aramızdan ayrılırken, defin sırasında alkışlanması da alışılmışın dışında davranış olarak görülmesi kadar görmeyenleri de hoşgörü ile karşılamak tabii sayılmalıdır…

 Bilenle-bilmeyeni ayırt etmede de etkendir… Bir yerde “aydın” insan tipiyle, sade vatandaşı birbirinden ayıran bakış şeklidir…

 Örneklendirecek olursak:

Tiyatroya giden kişilerin oyunu izlemelerindeki beğeni biçimini de alkışlar ortaya koyar… Aydın tipi beğenirse alkışlar, vatandaş ise alkışlandıkça beğenir…

 Alkışlama-alkışlanma son yıllarda;

“Malı götürme, işi bitirme” yerli-yersiz alışkanlık haline gelen “yalakalık-trollük” tipini yaratmış ve etkinleştirmiştir…

Bu tür alışkanlık, şımartma ve geleceği karartma durumunu etkin kılarak, kişileri zor duruma sokmuştur…

 Bu alkış işi, alkışlanmayı bekleyen, her yaptığı konuşmada yerli-yersiz durak vererek, alkışlanıp kendine güven sağlayan, güvensiz kişileri de şımartır

Halbuki, bu tür el vuruşlar, daha sonra başka vuruşları oluşturmuştur…Halkın cahilliği, bu alkışları çoğaltmıştır…

 Öyle bir halkımız oluştu ki, eğitim verdiğimiz halde, Osmanlı döneminden gelen tek bir anlayışla “güce tapma”, bizde hâlâ devam etmektedir…

Yönetenlerin ne yaptıkları, nasıl yaptıkları, bol bol alkışı vererek, destek veren halkı ilgilendirmez…

 Alkışlar, işi yaptırmaz hale gelince gelecek karartılmış demektir… Bu da ihanetin veya diğer adıyla hainliğin çoğalmasına sebep olur….

Bir kişiye devamlı övgü, devamlı yersiz eleştiri çok tehlikelidir… Kişiyi şımartır veya karartır, hayatına koyacağı ilkeleri bozar, yapacağı hizmeti-görevi engeller ki bu da kişisel iletişimi oluşturmaz, yalnızlığa iter, hep kendi isteklerini oluştur ki, “istek mi, ihtiyaç mı, çıkar mı” sorgulamasını yaptırır…

 “Grup ne kadar büyükse, ne kadar toksikse (zehirli-zararlı), bir birey olarak güzelliğinizden grup düşüncesi uğruna o kadar çok vazgeçmeniz gerekir. Ve bireysel güzelliğinizi askıya aldığınızda, insanlığınızın çoğundan da vazgeçersiniz. Kendi başınıza asla yapmayacağınız şeyleri bir grup adına yaparsınız. Hakaret etmek, incitmek, öldürmek, hepsi bunun bir parçasıdır, çünkü kimliğinizi kaybetmişsinizdir, çünkü artık sizden daha büyük olan ve sizi kontrol eden bu uyumlu gruba bağlılık borçlusunuzdur. (George Carln)

 Alkışlatarak, aşağılatma ve gülünç duruma düşürme de söz konusudur… Gereksiz alkışlar sonrasında “kış kışlamayı” getirir mi, onu da siz okuyucularımız düşünsün…

 “Toplum Kirlenince !?

Kir-le-n-me iki türlü : Bedensel ve zihinsel !

Bedeni kirlenen kişinin banyosu, hamamı olur; zihni kirlenenin hiç bir şeyi olmaz…

Kişiyi yıkadınız, kese de yaptınız, sabun köpüğü ile de duruladınız; peki toplum kirlendi ne yapalım da onu nasıl temizleyelim.!?..

 Bir de ZİHİN kirliliği var ki, bu çıkar kirliliğini doğurur, doğurdukça bir daha doğurur, üretme bitmez, zihinden de kirlilik gitmez… Peki bu kirlilik nasıl bitecek ?

 Kişi kirlendiğini hissedecek, toplumun bir parçası olduğunu bilecek, düzelme ve düzeltilme ihtiyacını duyacak !…” (gazetevitamin.com)

 ALKIŞLARINIZ az, kendini bilenlerimiz ÇOK olsun.