10 yıldır Kadına yönelik şiddet araştırması yapan Prof. Dr. Gülbu Tanrıverdi, pandemide artan şiddete dikkat çekerek yaptığı açıklamasında “2020 Mart ayında fiziksel şiddet yüzde 80, psikolojik şiddet yüzde 93, sığınma evlerine olan talep yüzde 78, genel olarak da şiddet oranı yüzde 27,8 oranında artmış. Bu pandemi durumuna has bir durum” dedi.
 
10 yıldır Kadına yönelik şiddet araştırması gerçekleştiren Gülbu Tanrıverdi katıldığı bir programda yaptığı açıklamada “ Şiddet çok boyutlu bir kavram. Kültürel, siyasi, hukuksal, ekonomik, eğitim boyutları var, son zamanlarda bir de teknoloji boyutları eklendi. Bu kadar geniş boyutları olan bir kavramın nedeni de çeşitleniyor. Ataerkil yapı, yetiştirme tarzı, ekonomik yetersizlikler, hukuksal olarak ele alınan İstanbul Sözleşmesi gibi kanun düzeyinde uygulanması gereken bir takım sözleşmelerin hayata geçirilmesindeki bir takım sıkıntılar ve bununla beraber gelen birçok şey hepsi birbiri ile bağlantı olarak şiddetin nedenleri. Nedenler, birbiri içine o kadar geçmiş ki, birbirinden ayırt edemiyoruz ama toplumsal kurumların, bu durumun temelini incelemesi gerekiyor. Ben sağlık ve kültür çalışan bir akademisyenim. Şiddetin en önemli belirleyicisi kültür ve kültürün etkilediği siyaseti hukuk, eğitim, din ve diğer toplumsal kurulumlar olduğunu düşünüyorum. Literatürde de genellikle bu doğrultuda”
 
En Çok Psikolojik Şiddet Uygulanıyor
 
Gülbu Tanrıverdi, konuşmasının devamında Kadına Yöönelik Şiddetin boyutlarına ve dünyadaki şiddete de değinerek “Ben yaklaşık 10 yıldır kadın ve şiddet konusunda araştırmalar yapıyorum ve bu araştırmalar yapan ekibin içinde yer alıyorum. ‘Kadına şiddet boyutu arttı mı’ derseniz, sadece pandemi süreci ile ilgili bilgi vereyim çünkü özel bir durum. Mesela, 2020 Mart ayında fiziksel şiddet yüzde 80, psikolojik şiddet yüzde 93, sığınma evlerine olan talep yüzde 78, genel olarak da şiddet oranı yüzde 27,8 oranında artmış. Bu pandemi durumuna has bir durum. Genel olarak baktığımızda, şiddet yerel çalışmalarla çok fazla şey söyleyemeyiz. Biz şuna bakıyoruz; çok daha geniş yapılmış çalışmayı bir araya getirip, bizlere bir takım sonuçlar veren araştırmalara bakıyoruz. 2019’dan günümüze sadece sistematik inceleme dediğimiz, meta analiz dediğimiz kanıt düzeyi yüksek 18 bin çalışma var son 2 yılda. Son 2 yılda kadın ve şiddet konusunda kaç çalışma yapılmış dediğimizde 33 bin çalışma yapılmış. Dolayısıyla bu 33 bin çalışma içerisinden, benim size bir oran söylemem neredeyse olanaksız ama büyük evrenlerle yapılmış çalışma sonuçlarından bahsedeyim; dünyada yapılan geniş evrenlerle yapılmış çalışmada yaşam boyu şiddet yüzde 55. Yani neredeyse iki kişiden bir tanesi şiddet görüyor. Cinsel şiddet yüzde 20, psikolojik şiddet yüzde 46, fiziksel şiddet yüzde 39. Son bir yıla baktığımız zaman, her dört kişiden bir tanesi şiddet görüyor. Diyeceksiniz ki geçmişte nasıldı;  Türkiye’ye baktığımız zaman 2009-2014 yıllarına ait büyük çaplı çalışma var Türkiye’de ve başka bir çalışma yok. Hala o çalışma sonuçları yeniden yorumlanıyor. Oraya baktığımızda Batı’da dört kadından bir tanesi, Doğu’da da üç kadından bir tanesi şiddet görüyor” dedi.
 
İstanbul Sözleşmesini Sahiplenmemiz Gerekiyor
 
Prof. Dr. Gülbu Tanrıverdi, Çanakkale’deki şiddete de değinerek her iki kadından birinin herhangi bir şiddete uğradığını belirtti.  İstanbul Sözleşmesinin önemine de değinen Tanrıverdi “Çanakkale’ye baktığımız zaman, bu 10 yıl içerisinde çalışmalar farklılık gösteriyor. Bizim kendi çalışmamızda, bu biraz daha eski bir çalışma, on kadından sekizi herhangi bir şiddete uğruyor Çanakkale’de. Yakın zamana bakıyoruz iki kadından biri herhangi bir şiddete uğruyor. Yani oranlar da evren ile birlikte değişiyor. Eğer bu çalışmayı Çanakkale Merkezi’nde eğitim düzeyi daha yüksek bir grupta yaparsanız sonuç farklı çıkıyor. Ama tabi ki şiddet oranı ile ilgili şunu söyleyebiliriz. Şiddet toplumsal bir sorun ve bütün dünyanın sorunu. Amerika’daki kadın da şiddet görüyor Japonya’daki de, Uganda’daki de… Bu nedenle zaten İstanbul Sözleşmesi var. Uluslararası bir sorun. Bunu da burada bir kez daha vurgulamak istiyorum; Türkiye İstanbul Sözleşmesi’ni ilk onaylayan ilk uygulayan ve hiçbir şekilde çekince koymamış bir ülke. Dolayısıyla bunu takdir edip, bunun uygulayıcısı olmamız gerekiyor. Böyle bir kanunu sahiplenmemiz gerekiyor, buradan geri dönmemek için elimizden geleni yapmamız gerekiyor. Bu çok önemli ve bu anlamda takdir ediyorum Avrupa ülkeleri arasında çekincesiz imza atan nadir ülkelerden biriyiz. Bu harika bir şey ama buna sonuna kadar sahip çıkmamız lazım.
 
İstanbul Sözleşmesi’nin bir kanun hükmünde olduğundan birçok insanın haberi yok. Orada yazan her kelime aslında devletlere, herkese bir sorumluluk yüklüyor. Hepimiz sorumluyuz. Şiddet gören her kadından sorumlu olduğumuzu düşünüyorum. Eğer şiddet varsa, o şiddetin içinden mutlaka sorumluluğumuzu almamız gerekiyor. O nedenle İstanbul Sözleşmesi’nin devam etmesi için, kadınlar ve erkekler, hep beraber sorumluluğu almamız lazım.  Bir kere bunu bireyselleştirmekten vazgeçeceğiz” dedi. 
 
Kadına Şiddet Sorunu Toplumsal Sadece Kadınla Çözemeyiz
 
Kadına yönelik şiddette yapılan çalışmalarda yaşanan sorunlara da değinen Gülbu Tanrıverdi, Kadına yönelik şiddetin çözüm çalışmalarına sadece kadınların katıldığına dikkat çekerek “Araştırmalar şunu ortaya koyuyor, medya şiddeti ele alırken konuyu bireyselleştiriyor. Konuyu kadına mağdura çeviriyor. Bu yüzden bunun toplumsal bir sorundan ziyade, kadının namusu, kadının ahlakı boyutuna getiriyor. Ama bu sorun böyle bir sorun değil. Bu sorun toplumun sorunu, dolayısıyla bunun çözümü de kadınlarla olacak bir şey değil. Kadınla ilgili bir toplantı oluyor bir bakıyoruz bütün yöneticiler, kadın yöneticileri göndermiş, erkekler gelmiyor. İzleyicilere bakıyoruz hepsi kadın. Biz kadının sorununu sadece kadınla aşamayız, kadın zaten burada mağdur. Kadının sorunu için, bütün taraflara ihtiyacımız var. Bütün kurumlara ihtiyacımız var. Bu sorunu sahiplenmemiz gerekiyor. Medyanın da bu konuda sorumluluğu alması gerekiyor.” Dedi.
 
En Çok Yaşanan Sıkıntı Öğrenilmiş Çaresizlik
 
 Gülbu Tanrıverdi “2019’da yapılmış bir çalışma; ilkokul mezunu kadınlar fiziksel, psikolojik, ekonomik şiddete daha fazla maruz kalırken, üniversite mezunu kadınlar cinsel şiddete daha fazla maruz kalıyormuş. Engelliler, LGBT bireyler, yaşlılar, gebeler bunlar şiddete daha fazla maruz kalan gruplar. Yani gebelik, yaşlılık döneminde hiç şiddete maruz kalmaz algımız var. Ama maalesef yaşlılar şiddet görmeye devam ediyor. Odak grup görüşmeleri ile yapılmış, 2019-2020 yılına ait 52 tane yapılmış çalışma var. Bu çalışmada kendi ifadeleriyle şunu ortaya koymuşlar; şiddet gördüğü zaman, acı, yalnızlık, pişmanlık, suçluluk. Yani yaşlılar bu şekilde hissediyor. Tecavüzle ilgili yapılmış çalışmalar var.  28 kadınla yapılan araştırma var. Bu süreçte ne yaşadıklarına dair konuşulmuş. Onların en çok yaşadıkları sıkıntı, öğrenilmiş çaresizlik. Yani ‘ben tecavüze uğradığımı söylediğim zaman ailemin bunu kaldıramayacak olması, etrafın beni yargılayacak olması, söylediklerimin sorgulanacak olması, rezil olma duygusu, suçlanmak, susturulmak, ötekileştirilmek’. Bütün bunlar tecavüze uğrayan kadınlar susmasına neden olan sonuçlar olarak saptanmış.  Lise ve üniversite öğrencileriyle şiddeti nasıl algıladığıyla ilgili bir çalışma yapılmış ve lisedeki kadın öğrencilerle yapılmış. Şiddeti haklı görüyor çocuk. Tıp Fakültesi’nde 4 ve 5.sınıf öğrencileriyle yapılmış bir araştırma var, yüzde 31’i kadın erkeğin kontrolünde olmalıdır diyor. Başka bir çalışmada ise şu söyleniyor; kadın eğer kılığına kıyafetine, hal ve hareketlerine dikkat ederse tacizden kurtulabilir cümlesine erkekler yüzde 30 oranında buna inanıyor, kadınlar da yüzde 20. Bütün bu çalışma sonuçlarının bize getirdiği nokta var. Toplum şiddetten neyi algılıyor, toplumsal cinsiyetten ne algılıyor bunu görmek lazım” dedi.
 
Şerife Erdem